Yüksek öğretim Kanun Taslağı Fiyasko
'23.01.2013'
haber detay

 

'Yükseköğretim Kanun Taslağı Fiyasko'
Yeni YÖK tarafından hazırlanarak MEB’e gönderilmiş bulunan, akademisyenlerle ilgili yeni düzenlemeler içeren Yükseköğretim Kanun Tasarısı, olumlu hemen-hemen hiçbir yenilik taşımamakta, aksine, bu mesleği daha da ağırlaştıran ve akademik hayatta daha fazla dengesizlikler yaratan şartlar ortaya koymaktadır.
 
  
 
Usul Hakkındaki Mütalaalarımızın Özeti    
 
İlk eleştireceğimiz husus, yarınlarımızı belirleyecek derecede önemli olan bir konuda YÖK’ün konuyu tartışmaya açıp, çeşitli toplantılar düzenleyerek ve üniversitelerden ve taraf sivil toplum kuruluşlarından ve münferit olarak da öğretim elemanlarından görüş alıp bu görüşlerin hiçbirini kale almamasıdır. Daha doğrusu iki yıldan beri devam eden çalışmalar ve önemli masraflar yapılarak düzenlenen çeşitli toplantılar ve boşa harcanan zamanla havanda su dövülmüş olduğunun en bariz göstergesidir.    
 
Anti-Demokratik ve Oligarşik Yapılanma    
 
Türkiye’nin en yüksek eğitim, öğretim ve bilim kurumu olan üniversiteyi en üst düzeyde temsil eden tecrübeli bilim adamlarının, doğrudan kendi meslekleri ile ilgili olarak kendi elleriyle hazırladıkları bir kanun tasarısında, üniversite camiasının tümünün, yani herhangi bir idari görevi bulunsun ya da bulunmasın akademik personelin fikrine müracaat edip tartışma ve müzakereye açmasına rağmen bu görüş ve tartışmaları yok sayarak, sadece YÖK üyelerinin görüşlerinden oluşan yeni hazırladığı tasarıyı MEB’e sunması demokratik mekanizmaların çalıştırılmasının bir itibar ve öneminin olmadığının bir göstergesidir.          
 
Demokratik gibi gösterip, tam aksine Anti-demokratik bir tavırla üniversitelerin köklü sorunlarına kalıcı, sağlıklı ve köklü çözümler getirmesi beklenemeyeceği gibi, demokratik üniversite beklentisi için hiç de doyurucu ve yeterli bir cevap olamayacağı da açıktır ve bu hususlar da kanun taslağında birçok yerde görülmektedir.    
 
YÖK’ün yeniden yapılandırılmasına gelince:          
 
Üniversitelerimizde huzuru kaçıran bir başka sorun kaynağı da, demokratik üniversite yapılanmasının ümitsiz bir klinik vaka haline dönüşmüş olmasıdır ki, bunun bir sonucu olarak, YÖK’ün üniversiteler üzerinde kurduğu baskıları, artık bundan böyle resmen siyasi iktidar eliyle yapmaya kalkışmasıdır.  Akademik hayatın ihtiyaçlarına cevap vermeyen, köhnemiş, anti-demokratik, siyasetin emrine teslim edilmiş yeni bir Yükseköğretim Kanunu; üniversitelerimizi katılımcı, demokratik, özerk ve daha ileri düzeyde bilim ve yüksek öğretim kurumlarına dönüştürme istikametinde değiştirilememiş olması geçen 10 yılın boş yere harcandığını gösteren en önemli bir belge olmak durumundadır.     Yıllardır üniversitelerin akademik ve idari özerkliğinden bahseden hükümet, bugün üniversitelerin idaresini öğretim üyelerini dışlayarak, hükümet başta olmak üzere, zenginlerin ve mezunların eline vermekle muhtemelen güdümüne girmek istemeyen üniversitelerden öç almak istemektedir.     
 
Bazı YÖK üyelerinin ve bazı Bakanların basına yansıyan sözlerinden “rektör seçimleri üniversitelere fitne sokuyor, bu doğru bir sistem değil. En doğrusu mütevelli heyet sistemidir” dediği anlaşılmaktadır. Hükümetin tayin ettiği ve en çok vergi verenlerin ve mezunların seçtiği rektör adayı üniversiteler için fitne kaynağı olmayacak da; akademik ve idari personelin büyük çoğunluğunun seçtiği rektör adayı mı fitne kaynağı olacak? O zaman şu sorunun akla geleceği unutulmamalıdır: Ülkemizde yapılan seçimler fitne kaynağı mıdır?     
 
YÖK’ün Üniversite Camiasını YOK Sayan Tepeden İnmeci ve Keyfî Tutumunu Şiddetle Reddediyoruz    
 
Türk Yüksek Öğretiminin en üst düzeydeki kurumu olan YÖK’ün, YÖK üyeleri dışında üniversite camiasından hiç kimsenin fikrini hiçbir şekilde kale almaması, tamamen tepeden inmeci, keyfî, tepeden inmeci, “ben istediğimi yaparım” mantığının açık bir tezahürü olan bu davranışı, Türk Eğitim Sen olarak şiddetle ret ve protesto ediyoruz.    Çünkü öncelikle, YÖK’ün, önem derecesi ne olursa olsun, Türk yüksek öğretimini ilgilendiren her tasarrufunda mutlaka ve behemehâl, demokratik üniversite ilkesinin vazgeçilmez gereği olarak, akademik camianın görüşlerini dikkate almadan harekete geçmemesi şarttır; bu bir tercih değil bir zorunluluktur. Üstelik şimdiki durumda söz konusu kanun taslağıyla yapılması kararlaştırılacak değişiklikler Türk yükseköğretimini her bakımdan ve her hususta son derece yakından ilgilendiren çok önemli maddeler içermektedir ve böylesine hayati bir ehemmiyeti bulunan bir konuda, Türk yükseköğretiminin en üst düzeydeki kurumu olan YÖK, Türk yükseköğretim camiasını YOK saymaktadır.     Bu bakımdan, bir kere daha ve vurgu ile şu hususu Türk yükseköğrenim camiasına ve Türk kamuoyuna açıkça beyan etmek zorunluluğunu hissetmekteyiz:          
 
Demokrasi bir tarafa itilince haliyle bunun arkasından gelecek olan da jakobenizm’den başkası olmayacaktır. Nitekim bulunduğu sırça saraydan hiç kimseyi gözü görmeyen YÖK, devlet üniversitelerini kendi feodalitesi ve akademik camiayı da serfleri olarak değerlendiren bir feodal beylik gibi davranmaktadır.     
 
Bazı Akademik Sorunlar    
 
Yüksek Öğrenim Kanun tasarısı, bazı akademik konularda da bekleneni vermekten uzak kalmış bulunmaktadır.    
 
 1: Okutmanlar Yok Sayılmıştır.    
 
2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununda Okutman: “Eğitim - öğretim süresince çeşitli öğretim programlarında ortak zorunlu ders olarak belirlenen dersleri okutan veya uygulayan öğretim elemanı” olarak belirlenmektedir. Ancak Yeni Yükseköğretim Kanun Taslağı önerisinde okutmandan söz edilmemekte ve bu unvana sahip öğretim elemanlarının ne olacağı sorusuna da cevap verilmemektedir.   
 
 2: Yardımcı Doçentlerin Sorunları Çözüme Kavuşturulmayarak İçinden Çıkılmaz Noktaya Getirilmiştir.    
 
Senelerden beri hâlâ sağlıklı bir çözüme kavuşturulmamış bulunan "yardımcı doçentler"in sorunlarına bu kanun taslağında da bir çözüm getirilmemiştir. Bilindiği gibi, bölümlerde eğitim yükünü omuzlaması bakımından doçentler ve profesörlerden aşağı kalmayan, bu ağır yük altında bir de akademik yükselme için yoğun bir çalışma stresi içinde bulunan, ama sıra maaş takdirine gelince "ikinci sınıf" sayılarak makam tazminattan mahrum bırakılan yardımcı doçentler büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır. Yine, doktora döneminde çözüme kavuşturulması gereken yabancı dil sorunu, daha da zorlaştırılarak altmış puana 
 
YÖK’ün taslağına göre Araştırma Görevlisi olarak girdiğiniz üniversitede doktoranızı tamamladığınızda Yardımcı Doçent ya da Doçentlik kadrosuna başvuramıyorsunuz.
 
 Başvursanız bile % 10’luk kota getirildiği için şansınız çok az. Doktorasını tamamlayan Araştırma Görevlilerine kadrosu bulunduğu üniversitede en fazla bir yıl çalışma hakkı verildiğinden ve bu kota söz konusu olduğundan ve bölümde o yıl için kadro olmadığında hiç şansınız yok. Daha doğrusu üniversiteden atılıyorsunuz. Maşallah ne güzel çözüm getirilmiş!..     Taslağın 52. Maddesinin 3. Fıkrası aynen şöyledir: “Üniversitelerin ilan edilen öğretim üyesi kadrolarına başvurabilmek için,  doktoranın tamamlandığı yüksek öğretim kurumunun bulunduğu il dışında başka bir Devlet yükseköğretim kurumunda en az iki yıl süreyle öğretim üyesi olarak çalışmış olmak şarttır. İlgili yükseköğretim kurumunun öğretim üyesi kadrosunda bulunanlar için bu şart aranmaz. Bu şartı yerine getirmeden devlet yükseköğretim kurumlarında ilan edilen öğretim üyesi kadrolarına atanacakların sayısı, bölümün sene başındaki öğretim üyesi sayısının %10 unu geçemez”.             
 
 
3: Alarm!.. Araştırma Görevlilerin İşine Son Veriliyor  Kanun tasarısının önem vermediği açıkça belli olan bir başka akademik sorun da "araştırma görevlileri" ile ilgilidir. Akademik hayatın başlangıcını oluşturan ve hemen-hemen her akademisyenin geçirdiği en zorlu ve en sıkıntılı bir süreç olan araştırma görevliliği, bütün akademik hayatı âmirlerine bağlı olması bakımından çoğunlukla bir karabasana dönüşebilmektedir. Bu da yetmezmiş gibi, Yeni Yükseköğretim Kanun Tasarısı ile Araştırma Görevlilerine büyük bir darbe vurulmaktadır. Tasarının 57. Maddesinin 6. Bendi aynen şu şekildedir: “Araştırma Görevlilerinden, atandığı tarihten itibaren yüksek lisans için azami üç yıl, doktora için azami altı yıl, toplamda dokuz yıl içinde doktora ve sanatta yeterlilik eğitim-öğretimini başarı ile tamamlayanların yükseköğretim kurumları ile ilişiği kesilir. Doktoralarını başarı ile tamamlayan araştırma görevlileri, doktoralarını tamamladıkları tarihten itibaren bir yıl daha araştırma görevlisi olarak çalışabilirler. Bu süre sonunda kadroyla ilişkileri kesilir”.     Bunun anlamı şudur: Şu anda 33/a kadrosunda bulunan doktorasını tamamlamış araştırma görevlileri bir yıl içinde yardımcı doçentlik kadrosuna atanamazlarsa üniversiteden atılacaklardır. Doktorasını tamamlayan araştırma görevlileri bir yıl içinde hem yabancı dil sınavına girip yüz üzerinden altmış puan alacak ve hem de yardımcı doçentliğe başvurabilmek için gerekli ilmi yayınları yapıp asgari şartlara haiz olacak. Peki, bir yıllık zaman zarfı içinde bu çalışmalar nasıl yapılacak? Anlaşılan bu maddeyi hazırlayanlar böyle bir süreci yaşamadıkları ortaya çıkıyor. Daha doğrusu böyle bir dayatmayı öngörenlerin üniversitelerde hiç çalışmadıklarını düşündürüyor.     
 
4: Kanun Taslağı Çelişkiler Yumağından İbaret     Kanun taslağında birçok çelişkiler yer almaktadır. Bu çelişkilerden en önemlisi gelişmiş üniversitelerin araştırma görevlileri ile yeni gelişmekte olan üniversiteler adına gelişmiş üniversitelere yüksek lisans ve doktora yapmak üzere gönderilen ÖYP’li araştırma görevlileri hakkındadır. Yeni taslak ön görülen sürede yüksek lisans ve doktorasını tamamlayamayan gelişmiş üniversitelerin araştırma görevlilerinin görevine son verirken, ÖYP’li araştırma görevlilerinin kadrolarının bulunduğu kurumlara öğretim görevlisi veya memur unvanlı kadrolara geçişlerini sağlıyor. Yine gelişmiş üniversitelerin araştırma görevlileri doktorayı tamamladıktan bir yıl sonra yardımcı doçentlik kadrosuna atanamazsa işine son veriliyor, ÖYP’li araştırma görevlileri ise mecburi hizmetlerini ifa etmek üzere kadrolarının bulunduğu üniversiteye dönüyor.     
 
Aslında YÖK’ün Kasım 2012 taslağında belirlenen sürede yüksek lisansını veya doktorasını tamamlayamayan her iki araştırma görevlisi grubuna iş güvencesi getirirken son taslakta bunu neye binaen çıkarttığı anlaşılamamaktadır. Yıllardan beri 50/d kadrosunda görev yapan araştırma görevlilerinin çığlıkları kulaklarımızda iken YÖK’ün yeni zulüm mekanizmaları geliştirmesine bir anlam verilememektedir   
 
5:Taslakta Memurun Adı Yok    Kanun taslağında üniversitelerde görev yapan idari personel göz ardı edilmiştir. İdari personel üniversitenin eğitim hizmetinin önemli bir parçasıdır. Sendika olarak tasarıya dönük olmazsa olmaz ön koşullarımızdan bir tanesi, idari personelin hak ettiği şekilde yeni yapılanmada beklentilere cevap verecek şekilde yeni bir düzenleme yapılmasıdır. Üniversitelerin ve YÖK’ün bütün idari mekanizmalarında öğrencilere yer verilirken üniversitelerin asli unsurları daha doğrusu olmazsa olmazı olan memurlar idari mekanizmaların hiçbir yerinde söz sahibi değildir. Anlaşılan ayaklar baş, başlar da ayak yapılmak istenmektedir. Böyle bir çelişki kabul edilemez. Yine Üniversite yönetim kurulunda öğrencilerin temsilcileri bulunurken, doçent, yardımcı doçent, öğretim görevlisi, araştırma görevlisi ve memurların temsilcilerinin yer almaması ne anlama gelmektedir? Anlaşılan üniversitedeki memurlar, üniversitelerin zencileri olarak düşünülmektedir. Taslakta Görevde Yükselme Sınavından bahsedilmemekte, öğretim elemanlarının yanında idari personelin de maaşlarının ne olacağı konusunda taslakta tek bir satır yer almamaktadır.    
 
6: Üniversite Akademik ve İdari Personelin Maaş Artışı Müjdesi Güme Mi Gitti?    
 
YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, 2012 yılı Ağustos ayı başında basına yaptığı açıklamada; Maliye Bakanı ile görüştüğünü ve sonbaharda öğretim üyelerine özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda güzel bir müjde verileceğini söylemişti. Bu müjde haberinin artından altı ay geçti, ortada fol yok yumurta yok.    
 
YÖK’ün Kanun Taslağında, Yükseköğretim Kurulu üyelerinin maaş oranları belirtildiği halde öğretim elemanlarının ve memurların maaş oranlarının ve ek göstergelerinin belirlenmemesi önemli bir eksikliktir. Öğretim elemanlarına ve memurlara düzeylerine uygun maaş öngörülmeli, ilmi çalışmaları teşvik için bu çalışmalar ödüllendirilmelidir. Performansa dayalı ücret düşüncesi sübjektif olup, bu durum ciddi huzursuzluklara neden olacağı ve istismar edileceği aşikârdır. Bu nedenle öğretim elemanlarına ve memurlara geçinebilecekleri bir maaş öngörülmesi ve akademisyenlerin yaptıkları ilmi çalışmaların kalitesine göre ödüllendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır.    
 
İdari personele doğrudan ve dolaylı olarak katkısı bulunduğu döner sermaye, ikinci öğretim, yaz öğretimi ve uzaktan eğitim programlarından pay verilmelidir.   Ayrıca Üniversite ödeneğinden idari personel de yararlandırılmalıdır. Üniversite ödenekleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde kurumda çalışanlara yönelik eşitlik ilkesini ihlal eden bir uygulama mevcuttur. Bu uygulamada 2914 sayılı kanunun madde 12 düzenlemesinde idari personele yer verilmemiştir. Ayrıca çalışma hayatının zorlukları göz önüne alındığında idari personelin ücret düşüklüğü böyle bir düzenlemeyi gerektirmektedir. 2914 sayılı kanunun madde 12 (Değişik: 20.3.1997 ‐ KHK ‐ 570/4 md.) de düzenlenen üniversite ödeneğinde yer alan akademik kadrolar içerisinde yer almayan idari personel de üniversite ödeneğinden aşağıdaki ilkeler çerçevesinde yararlanmalıdır. 
 
a. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek Devlet memuru brüt aylık (ek gösterge dâhil) tutarının; %30'u üniversitede çalışanların önceki kazanımları saklı kalmak şartıyla ilave ek ödeme olarak ödenir.  b. İdari kadrolarda istihdam edilen ve 25 yıla kadar olan üniversitede geçen her yıl için,  lisansüstü eğitim yapanlara %5,   c. İdari kadrolarda istihdam edilen ve Lisans eğitimi yapanlara %4,  d. İdari kadrolarda istihdam edilen ve Önlisans eğitimi alanlar %3,   e. İdari kadrolarda istihdam edilen ve Lise ve dengi okullar için %2.5,  f. İdari kadrolarda istihdam edilen ve Temel eğitim için %2 her ay üniversite ödeneği olarak ödenir. Bu ödenek damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi tutulmaz ve kısmi statüde görev yapanlara ödenmez.    
 
Makam ve Görev Tazminatı Bütün Öğretim Elemanlarına ve İdari Personele Ödenmelidir.    Ayrıca 5289 sayılı kanun, madde(1), 457 sayılı KHK ile 399 sayılı KHK’ya eklenen ek geçici madde de düzenlenen, Profesör ve doçent derece(1‐4) kapsamında yer alan makam ve görev tazminatları dışında kalan tüm öğretim elemanları ve idari kadrolarda yer alan personel aynı ilke temelinden olmak üzere makam ve görev tazminatlarına hak kazanmalıdır.    
 
SONUÇ:    Yeni Yükseköğretim Kanun Tasarısının tek olumlu sayılabilecek maddesi Yükseköğretim Kurulunun görev ve yetkileri maddesinde yer alan “Türkçenin bilim dili olarak gelişmesini teşvik etmek”tir. Gerisi laf-ı güzaftır.  "
                     
 
Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan  
 
Türkiye Kamu Sen ve Türk Eğitim Sen
 
İstanbul İl Başkanı
 



Bu site bir BMS PROJE iştirakıdır.